20090228

biri bana politikacılar gibi yalan söyleyebilmeyi öğretmeli.
eve geldiğimde raflarımdan birinde Alpay'ın 45liğini buldum. nereden geldiğini, kimin oraya ne amaçla koyduğunu bilmiyorum ve sormaya üşeniyorum. sanırım 5 ay falan orada kalacak, düşene kadar.
"kıştan neden nefret ediyorsun" sorusuna cevabım hazır.
saat 00:16, kaloriferler 16 dakika önce söndü, yıkanmam gerekiyor, yerler parke ve odam dağınık.
yıkanma eylemi, kaloriferler yanmıyorsa, yerler parke ve oda dağınıksa tam bir işkence halini alır.
bu sırada spice girls çalmaya başlaması da artık yazın gelmesini içtenlikle istediğime dair bir işarettir.

bu sırada altta yazan kayıt saatinin 00:15 olarak görünmesi ise tamamen blogspot'un aşağılık kompleksinden dolayıdır.

20090227

itiraf etmeliyim ki, mükemmel olmak istiyorum. büyük ve toplu, düzenli bir evim, şahane bir gardrobum, harika kıyafetlerim, süper saçlarım, çok hoş bir vücudum, uzun bacaklarım, kalın dudaklarım olsun istiyorum. olağanüstü yemekler yapmak, bilinmeyen tatlılar pişirip, yaptığım kokteyllere kendi kendime özel isimler takmak istiyorum. sonra tüm sevdiğim dostlarımı o büyük ve toplu, düzenli evime davet edip, şahane gardrobuma özenle katlayıp koyduğum harika kıyafetlerimden birini giyip, süper saçlarımı düzeltip çok hoş olan vücuduma doyasıya bakıp uzun bacaklarıma ve kalın dudaklarıma bakım yaptıktan sonra olağanüstü yemekler yapıp, kimsenin bilmediği tatlıları pişirip onlara ikram etmeyi, üstüne kendi bulduğum ve isimlerini şahsen koyduğum kokteylleri büyük bir mutlulukla o sevdiğim dostlarıma içirmek istiyorum.
ama sonra düşünüyorum ki hepimiz bok sıçıyoruz, mükemmel olmanın ne anlamı var.
sen gittin, eve zeytin ezmesi alınmış.
"haydi bloglara bakalım" dedi ve uyumaya devam ettik.

bu da böyle bir anımdı.
tekrar teşekkürler eternal sunshine of the spotless mind.

20090226

cortney tidwell'in "la la" adlı şarkısını "oh la la" diye hatırladığım ve bunu dile getirdiğim zaman "azgın" damgası yediğim için dost dediğim insanları gözden geçirmeye karar verdim.
geçen gece 3.35 sularında, sevgilim uykusunda bana yarım ağızla "sana akşama ne yemek pişireyim" diye sordu. bu olaydan yaklaşık 2 ay önce "ya şu işi hallettin mi" ve "annemle konuştunuz mu" gibi cümleler kurmuştu. en sonunda dayanamadım ve dün gece ona uyurken "şimdi eternal sunshine olsa fonda" dedim, korktu, sıçradı.
bana iki dakika ver dedim. götümü döndüm yattım.
noldu
noldu
noldu
mcdonalds'ın soğan halkalarını tek başına yerken çok midem bulanıyor, psikolojik açıdan bunalıyorum, içim daralıyor, sıkılıyorum. yanında mutlaka bir patates veya big mac gerekiyor. yoksa gerçekten hayattan soğuyorum.

dur bi' su içip geliyorum.
tesadüflere inanırım.
burçini bindirdiğim varan turizm servisi, bindiğim kadıköy otobüsüyle aynı anda kadıköye geliyor.
üstüne üstlük bindiğim minibüste kimlik kontrolü yapılıyor. ikimiz de hala açız canım benim. bence aynı anda yiyeceğiz bugünün ilk yemeğini.
bi de sana o cümleyi son bir kez söyleyemedim ya, çok içimde kaldı.

20090225

bugün sevgilimle porno film baktık.
duygu'yla aynı anda blog açıp ismine "falan" koymamızın açıklamasını getirebilecek insana 1 hafta paris tatili.
i need your loving like the sunshine.

hay ağzına sıçayım.
sevgiliyi uyurken dakikalarca hiç durmadan izlemek pek güzel oluyormuş.
işin en tatlı yanı da o sırada izlendiğini farketmiyor olması. sırf bu cümleler bir sevgilinin paranoyak olmasını sağlayabilir. gözlerini hiç kapamadan, izlenme korkusu içinde içten içe, gecelerini "artık sabah olsun" çığlıklarıyla sömürebilir. maksat sevgi.
ayrıca neden ağzına sıçacağını bile bile seni en çok etkileyen şarkıyı açıp sürekli tekrar eder, milyonlarca kez dinlersin.
en basitinden, yaz olunca "kış gelsin", kış gelince de "yaz olsun" demek.
oje sürerken insanların her iki elini de kullanabiliyor olmak istemesi, ama bu eylem dışında bu isteğin başka hiçbir zaman su yüzüne çıkmaması.
Duşta kendi kendime ingilizce konuşuyorum.